SONER İLHAN

Aramızdan Ayrılanlar Gösterim: 3412

 

ONUN BÜTÜN YAŞAMI FAŞİZME KARŞI MÜCADELE İÇİNDE GEÇTİ.

Soner, 15.02.1956 da Çanakkale Gelibolu da dünyaya geldi. Babası Reşit İlhan’ın Köy Enstitülü aydın ve yurtsever bir Öğretmen olması, çok erken yaşlarda sol düşüncelerle tanışmasına neden oldu. Bu da onun Endüstri Meslek Lisesinde okurken etraftaki sosyal nitelikli derneklere gidip gelmesini, oralarda ki çalışmalara katılmasını kolaylaştırmıştı.

Meslek Lisesini bitirince bir yıl kadar, önce Çanakkale Seramik de, sonra da Tuzla’da bir fabrika da çalıştı İş koşullarının ağırlığından olsa gerek yeniden okumaya karar vererek bir taraftan da Üniversiteye hazırlandı. 1974 yılında katıldığı sınavlarda başarılı bir sonuç alınca çok düşünmeden o günkü adıyla Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okuluna kaydoldu.

12 Mart l97laskeri faşist darbesinden sonra ilerici, devrimci öğrencilerin içeri alınıp uyduruk gerekçelerle sıkıyönetim askeri mahkemelerinde yargılanırken Teknik Öğretmen Okulu da faşist güçlerin cirit attığı bir yer haline gelmiştir. Bu ise devrimciler açısından hiç hoş değildir. Faşistler okul kantininde sınıfta kendilerinden olmayanları yalnız yakaladıklarına saldırıyor, tehdit ediyor faşist olmaya ya da okula gelmemesine zorluyorlardı.
Ayvaz Gökdemir “Nerede kadrolaşmış milliyetçileri hâkim duruma getirmişsek, orada olaylar durdu.”

Soner’in okula başladığı yıl bu saldırlar öylesine artmıştı ki devrimciler için can güvenliği önemli bir sorun olmuştu. Bunun için bir dernek kurulmasına karar verildi. Afla birlikte cezaevlerinden çıkan (Ali Başpınar — BUTTO -gibi) devrimcilerin de okula dönmelerinin yarattığı olumlu havayla birlikte sürdürülen çalışmalar sonucunda 12 Aralık 1974 Perşembe günü Tek-Der (Teknik Öğretmen Okulu ve Öğrencileri Derneği) kuruldu. Soner de yönetim kurlundadır. Dolayısıyla hem dernek çalışmalarında hem de daha sonra oluşturulan eğitim çalışması gruplarında aktif olarak yer almaktadır. Soner’in bu çalışmalar da bilgisi artıyor daha da cesaretleniyordu.


Hatta öğrendiklerini çocukluk arkadaşlarına taşımak için vakit buldu mu da memleketin yolunu tutuyor; Ankara da öğrendiklerini lise yıllarında birlikte dernek kurdukları arkadaşlarına anlatıyor, onlara devrimci mücadeleye dair yeni yol ve yöntemler öğretiyordu.


Bu sayede memlekette yeni arkadaşlar ediniyor, arkadaş çevresinin genişlemesi ise hoşuna gidiyordu. Her geçen gün umutları daha da kanatlanıp heyecanı coşkusu daha da yükseliyordu. Bu yüzdende daha sık memlekete gidip geliyordu. Adını Ulaş koyduğu bisikletiyle köyleri dolaşıyor. Köylülerle konuşup, tartışıyor, geleceğe ilişkin düşüncelerini kararlılıkla savunarak, ikana edici konuşmalar yapıyordu. Oralarda tanıştığı köylüleri bir araya getirip, kısa sürede kurulan dernekler aracılığıyla pek çok homurtu ve yıldırıcı baskılara aldırış etmeden eğitim çalışmaları yapıyor onların da mücadeleye katılmasını sağlıyordu. Kurulan Derneklerin kapatılması yıldırmıyor, kısa süre içinde, bir yenisini açıyorlardı. Ankara’dan topladığı kitapları, derneklere taşıyor, okuna kitaplarla ilgili tartışmalar düzenliyor, sömürüyle, kapitalizmle ilgili seminerlere katılıyordu.


Köylülerin acılarında, cenazelerinde, düğünlerinde hep yanlarına koşuyordu.
Bu sıralarda egemenler, 12 Mart l97laskeri faşist darbesi sonrası, Mahirlerin, Denizlerin,
İboların, Nurhakların genç kuşaklar üzerinde yarattığı sempatinin hiç de hoş bir şey olmadığını bildiklerinden; “Milliyetçi Cephe” hükümeti eliyle yeni bir saldırı ve yıldırma politikası uygulamaya başlamışlardı. MC hükümeti öncelikli olarak Milli Eğitim Bakanlığı- na bağlı Eğitim Enstitülerini ve Öğretmen okullarını birer faşist yuvası haline getirme derdindeydi. 
işte bu yüzden; bu okullardan sorumlu “Komando Ayyaz” lakaplı Ayvaz Gökdemir ; “Her öğretmen okulu iyi bir komando kampı olmalıdır” diye naralar atmaktadır. Hatta denilebilir ki onun bütün aklı fikri öğretmen yetiştirmekten daha çok darbe tezgâhçılarının planları doğrultusunda “Dost Kuvvetlerle!” birlikte devrimcilere karşı acımasız bir kıyıcılıkla tertip ve katliamlar düzenleyecek komandolar yetiştirmektedir
Beşevler’de ki Teknik Öğretmen
Okulu da dahil o bölgedeki bütün okulların faşist güçlerin işgali altında olması “Öğrenim Özgürlüğü, Can Güvenliği” sorununu da beraberinde getiriyordu. Okula gitmek, okumak ateşten gömlektir. İşte bu koşullarda Tek-Derliler yanı başlarında ki  Gazi Eğitim Enstitülü devrimcilerin, “süresiz boykota” gitmelerine bile aldırış etmeden;
“Yurtseverler okullarına” sloganıyla Beşevler’in ve Teknik Öğretmen’in yolunu tuttular.
Beşevler’in her köşe başında bir pusu, her sokağında bir polis araması her kavşağında bir tertip varken okula gitmek büyük bir cesaret gerektirmektedir. Tek-Derliler koşulların zorluğuna rağmen okullarında ki Faşist işgali kıracaklarına olan güçlü inançlarıyla; büyük bir cesaretle, her şafağın donuk ışığında yola koyulup, bazen İsrail evlerinde, bazen EGO’nun önünde toplanıp, kendi can güvenliklerini kendileri sağlayarak grup halinde bin bir tehlikeyle dolu cadde ve sokaklardan geçerek okumak için mücadele ediyorlardı.
Önceleri:
“Nasıl olsa bir süre sonra vazgeçerler!” diye düşünenler; kısa süre de yanıldıklarını anladılar. Tek-Derliler, kararlarından dönmek bir yana; her gün karşılarına dikilen pek çok engele rağmen; bu karalı mücadelelerini inatla sürdürüyorlardı. Hatta
öyle oldu ki; bir süre sonra, sağ da, sol da kahra anlık öyküleri gibi anlatılarak, bütün devrimci erin yüreklerinde yer edip, saygı ve sevgiyle anılır olmaya başladı.
3 Ocak 1976 günü, polisin ve faşist güçlerin fazlasıyla gözüne batan, Necdet Erdoğan Bozkurt’un bir olay bahane edilerek, gözaltına alınıp, sonra da cezaevine gönderilmesi sonucu Soner Tek-Der başkanı oldu. Evlerde gruplar halinde sürdürülen eğitim çalışmaları, okul toplantıları, Tek-Der bültenlerinin hazırlanması, yayınlanması, her şafakta evden çıkıp toplanma yerlerinin güvenliğinin sağlanması, okula gidilmesi bütün zamanını alıyordu. Üstelik çok da yorucuydu. Artık Ankara’dan ayrılması mümkün değildi. Memleketine gitmek bir yana Trakya’daki arkadaşlarını ve köylüleri, orda olup bitenleri rüyalarında bile göremiyordu.
Egemenlerin, “Milliyetçi Cephe Hükümeti” eliyle sürdürdüğü faşist terör ise çığırından çıkmaya başlamıştı. Oldukça iyi kurgulanmış bir şekilde, ilericiler, devrimciler, önemli toplum lider- ri, köşe başlarında, kahpe pusularda katlediliyor, parklar da, okul önlerinde, kahvelerde bombalar patlatılıyor korku ve yılgınlık yaratılarak toplum teslim alınıp askeri faşist bir darbe tezgâhlanmak isteniyordu.
1 Kasım 1976 günü Beşevler de okula grup halinde giden ilerici devrimci öğrencilerin can güvenliğini sağlama sırası Soner’deydi, ne yazık ki polis tarafından silahla yakalandı. Sonra da 6136 kanuna muhalefet etmekten Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tevkif edilip merkez kapalı cezaevine gönderildi. Böylece o biraz da sürpriz bir şekilde mahpuslukla da tanışmış oluyor. Özgürlüğüne kavuşunca artık okula dönmedi. Faşist teröre karşı Devrimci Yol’un örgütlenmesi çalışmalarına katılmak üzere, yoksul halkın yoğunlukta olduğu İncirli'ye gönderildi.
Güven verici konuşmaları, mütevazı kişiliği sayesinde kısa süre de mahallelilerin sevgi ve saygısını kazandı. İncirli Halk Evi kurularak yoksul halkın bilinçlendirilmesi ve okuma yazma kursları dâhil halkın yaşamını kolaylaştırıcı kurslar düzenlendi.
Çok geçmeden Incirli onun önderliğiyle “faşizme karşı direniş mücadelesinde” dikkat çeken bir mahalle haline gelmişti. Soner, daha sonra Ankara’nın doğu taraflarının sorumluluğuna getirildi. Yoksul halkın barınma sorununa çözüm olabilmek adına oluşturulan Ulaştepe, Piyango- tepe, Yükseltepe gibi gecekondu mahallerinin kurulmasında da onun çok büyük emeği vardır.
1979 yılında, bir kaç gün gözaltında kalıp dışarı çıktıktan sonra; faşist terörün hızla tırmanışa geçtiği Adana’ya gönderildi. 0 artık, Adanalıların Yusuf Hoca’sıdır. 
Yusuf Hoca’nın gelmesiyle birlikte, işçi eylemlerinde artışlar olurken; mahallelerdeki kitlesel çalışmalar da, gösteriler de devrimcilerin moralini yükselten gelişmeler yaşanıyordu. Faşist güçler ise tam bir çaresizlik içinde biran önce, ordunun yönetime el koyup faşist bir cuntanın gelmesi için dua etmeye başlamışlardı. Sonunda 12 Eylül 1980 günü Orgeneral Ahmet Kenan Evren ve onun suç ortakları tarafından yönetime el konularak, ülkeyi sömürge valisi gibi yönetmeye başladılar. Emperyalistlerin istekleri doğrultusunda; yükselen Devrimci Mücadelenin bastırılarak, toplumun yeniden şekillendirilmesi için, operasyonlara giriştiler.
Yüzlerce, binlerce ilerici, yurtsever, devrimci gözaltına alındı, günlerce aylarca süren insanlık dışı işkencelerden geçirildiler, sürek ayları başlattılar. Ülkemiz bir baştan bir başa sömürge orduları tarafından işgal edilmiş gibiydi. Acımasızca yaktılar, yıktılar, katlettiler, idam sehpaları kurdular. Generallerin hemen yanı başındaki MEES’in eski başkanı Turgut Özal ise emperyalist tekellerin çıkarları doğrultusunda 24 Ocak karalarını hayata geçirmekle meşguldü.
Soner şehirde kalmanın artık mümkün olmadığını görünce, bir gurup devrimci arkadaşıyla birlikte, 19 Mart 1981 Perşembe günü, hava karardıktan sonra, Toroslar’a doğru yola çıktılar. Gece boyunca aralıksız yürüyüp, İskenderun civarında taş ocakları mevkiinde bir dağ köyüne ulaştılar. Uzun, zorlu ve zahmetli bir yolculuktu, yorgun ve bitkindiler. Biraz olsun yeniden güç toparlamak için uyudular. Yorgunluğun yol açtığı derin uyku ve uyuşukluk yüzünden başuçlarına kadar sokulan ölümün kapkara gölgesini göremediler. Saatlerce süren bir çatışma başladı. Soner’in vurulduğu anlaşıldı.

                          Onun bütün hayatı faşizme karşı mücadele içinde geçti
                           ÖZLEM VE SEVGİ İLE ANIYORUZ! UNUTMAYACAĞIZ!.....

Yazdır